Giriş:
Her sabah iyice dinlenmiş bir halde uyanamayız. Bazen uyku yetmez. Fakat yine de yataktan çıkmamız gerekir çünkü sorumluluklarımız vardır: Kimimiz okula gider, kimimiz işe, kimimiz de çalışmak üzere köşedeki masaya…
Bu video, köşedeki masaya gidecek olanlara rehberlik etmek için hazırlanmıştır.
İçeriğin hazırlanmasında ülkemizin en önemli sosyologlarından biri olan Cemil Meriç’in de övgüsünü almış Fransız eğitimci ve pedagog Jules Payot’nun İrade Terbiyesi adlı kitabından yararlanılmıştır.
Öncelikle irade, akıl ve nefis üçgenini tanıyarak başlayalım. Olağan durumda bu üçgeninin tepesinde yönetici olarak irade, aşağıdaki köşelerde ise akıl ve nefis olur. Fakat maalesef ki günümüzde çoğu bireyde bu üçgen yan devrilmiş, amirlik koltuğu nefsin eline geçmiştir. Bu durum, çalışma masasına oturabilmenin önündeki en büyük engellerdendir çünkü nefis çalışmayı, zorlanmayı ve sıkılmayı istemez.
İrade, en genel manasıyla karar verme gücüdür, diyebiliriz. Psikolojide ego kelimesine karşılık gelen nefis ise çoğunlukla bedenin haz duyma arzularına yönelik isteklerdir.
Tefekkür:
İrade Terbiyesi kitabının ana başlıklarından biri tefekkürdür. Tefekkür kelime olarak düşünme manasına gelse de burada, bir bakıma yaşanan olayları inceleyerek dersler çıkarmak ve bu dersler ile daha sağlıklı kararlar almak gibi bir manada kullanılmıştır. Jules Payot bu konuyu da uzunca işlemiştir. Bir yerde örnek olarak Rus yazar Tolstoy’un “Sigara içmek zihni köreltir.” sözünü alıntılamıştır. Burada tefekkür, sigaranın zihnen ve bedenen verdiği zararlar üzerine düşünmek ve ondan kurtulmanın yollarını aramaktır.
Şimdi burada bizi yataktan kaldıracak olan sorumluluklarımızı tefekkür ederek bir takım çıkarımlarda bulunabiliriz. Nefis bedenin vekilidir diyebiliriz ve beden yorgun olduğundan, nefis iradeye yatıp uyumak gerek, diye öneride bulunur hatta baskı yapar. Akıl ise nefsin önerisinin kati sonuçlarını düşünür ve kalkmanın zorunluluk olduğunu söyler. İrade, kalkmaya hükmeder. Bu durum birkaç defa yaşandıktan sonra artık rutine biner ve böylece her sabah bu iç muhasebenin yapılmasına gerek kalmaz.
Akıl ve nefis arasındaki bu çatışma masa başına geçmek için de yaşanır. Çeldirici olan nefis ilk koz olarak telefonu öne sürer. El altında neredeyse tüm dünyaya açılan sihirli bir pencere vardır. Sonra dışarı çıkmak, arkadaşlarla buluşmak, evde kalıp film izlemek derken çeldirici liste uzar gider. Destekleyici olan akıl ise uzun vadeli ödüller ve cezaları hatırlatır.
Tam burada şu hikâyeyi anlatmakta fayda var: Hikâyede biri siyah öteki beyaz olmak üzere iki yavru köpek vardır. Sahibine, hangisi daha güçlü olacak, diye bir soru sorulur. Sahibi ise, ben hangisini daha çok beslersem, diye hikmetli bir cevap verir. Evet, masayla göz göze gelindiğinde o ana dek nefis – akıl ikilisinden hangisi daha çok beslenmişse kararda onun önerisi etkili olacaktır.
Bir de işin kökenine de bakalım. Pedagoglar her isteği yerine getirilmiş çocukların nefsinin çok güçlü, iradesinin de çok zayıf olacağını söyler. Bu şekilde yetiştirilmiş bireyler zevk almadığı ve hoşuna gitmeyen her şeyden uzak durmaya çalışır. Özellikle disiplin konusunda ciddi sıkıntılar yaşar.
Terbiye yolları:
İradeyi güçlendirmek için onu bir kas olarak görebiliriz. Canımız bir şey istediğinde örneğin sosyal medyaya göz atmak veya yüksek dozda şeker içeren atıştırmalıklar, bunu hemen karşılamayıp bir süre ötelemek irademizi güçlendirmek için ciddi yararlar sağlayacaktır. Bu egzersizi sürekli tekrarlamak ve her defasında zamanı biraz daha arttırmak gerekir. Ayrıca “dopamin detoksu” konulu içeriklere göz atmak da bu hususta faydalı olacaktır.
Öte yandan aklı da güçlendirmeli, kıvrak bir hale getirmeliyiz. Bunun için de yine kas geliştirme yöntemleri gibi aklı sürekli zorlamalıyız. Akıl doğası gereği tembelliğe meyillidir. Zor işlerden kaçmak ister. Örneğin ezber yapmak zor geliyorsa, ben bunu beceremiyorum deyip kestirip atmak ister. Ama biz, yani irade sahibi olarak biz onu bu işe zorlamalıyız. Sol elle yazı çalışması, bulmaca çözmek, akıl oyunları oynamak gibi egzersizlere yönelmeliyiz.
Hasılı irade – akıl – nefis üçgeninde nefsin gücünü kırıp akıl ve iradenin gücünü arttırmaya çalışmalıyız.
“Aman be!” deyip de bir anlık gazla masaya yönelmeden önce biraz daha soluklanmalıyız. Çünkü yoğun arzular kibrit çöpü misali kısa sürer. Mühim olan rutini tutturmaktır, anlık hevesler değil.
Amaç, hedef:
Bu noktada gözlerimizi masadan alıp geçmişimize, hayatımıza bakmalıyız. Bizi biz yapan ana etmenler nelerdir? Bu güne hangi yollardan geldik, gelirken hangi engelleri aştık ve hangi tecrübeleri kazandık? Neleri kolaylıkla, neleri zorlukla yaptık? Neleri sevdik, nelerden nefret ettik? Bu gibi sorulara bulacağımız yanıtlar bize kendimizi daha iyi tanıma fırsatı verecek ve kendimizi bilince, geleceğe daha aydınlık bakacağız. Tarihçiler: “Geçmişini bilmeyen, geleceğini göremez.” Derler. Elbette bu kaidenin bireysel geçerliliği de vardır.
Geleceğe yönelik sağlam ve coşkulu amaçlar belirlemek gerek. Motivasyon sağlamak için de ufak ufak hayaller kurarak; anılar, romanlar okuyarak; filmler, belgeseller izleyerek amaçlarımızı beslemeliyiz. Ayrıca amaçlar net olursa günlük işlerimiz bile algıda seçicilikle bu amaçlara yönelik fırsatlar, fikirler sunar.
Çalışma Rutini:
Masaya oturma konusundaki en önemli husus çalışma rutini oluşturmak, yani çalışmayı alışkanlık haline getirmektir. Bu rutin ne kadar sağlam olursa kırılması da o kadar zor olur. Motivasyon olarak da şunu düşünmeliyiz: yumuşacık bir su damlası bile istikrarla akınca mermeri delebiliyor. Ayrıca youtube içerik üreticilerin bu alandaki ilk tavsiyeleri de içeriklerin düzenli aralıklarla üretilmesidir. Dini literatüre baktığımızda Allah'ın en sevdiği amel de az da olsa sürekli yapılandır.
Burada dünyaca ünlü yazar Robin Sharma’nın şu sözünü hatırlayalım. Mealen şöyle der: Bir düşünce ekersen, bir eylem biçersin. Eylemin alışkanlığa, alışkanlığın karaktere, karakterin de kaderine dönüşür.
Pazartesi sendromunun en temel nedeni hafta sonu tatilinde, çalışma rutininin kırılmış olmasıdır. Bu rutin zor da olsa pazartesi günü yeniden başlayınca izleyen günler işe gitmek daha kolay olur. Yani rutinler bizim için kolaylık sağlar.
Tembellik:
Jules Payot: “Keyfim istediğinde çalışırım lafı, tembellik alametidir.” Der.
Keyfimiz istemiyor, diye işe gitmemezlik yapamadığımız gibi isteğimiz yok diye de çalışma rutinini bozamayız. İsteksizlik keyfi bir durumdur, bunun çalışma zincirini kırmasına izin veremeyiz. Ayrıca çok mühim bir sebep yoksa masanın başına oturduktan bir süre sonra duygularımız duruma adapte olacak ve isteksizlik hissi kendiliğinden yok olacaktır. İnsan öyle güçlü bir canlıdır ki tıpkı telefondaki mod seçimi gibi kendi modunu da seçebilecek kabiliyettedir. “Çalışmam gerekiyor, bu nedenle çalışma moduna geçiyorum!” demek gerçekten yeterli olacaktır.
Jules Payot, boş zamanın fazla oluşunun insanları şehvet arayışına iteceğini ve bunun da beraberinde tembellik arzusunu doğuracağını söyler. Dinlenmek için de: Dinlenmek ahırda oturup geviş getirmek değildir, der. Yani zihnimiz yorulmuşsa yatıp uzanmak yerine kalkıp yürümek daha dinlendirici olacaktır.
Rutini beslemek:
Beynin temel besinlerinden olan oksijen, temiz hava ve spor yaparken daha verimli alınır. Zinde kalmak için hemen tüm uzmanların ilk tavsiyesi spor ve yürüyüştür. Bu gibi bedensel faaliyetler beynin öğrenilenleri sindirmesine olanak sağlar ve beyinde yeni ufuklar, yeni yollar açar. Ayrıca beynimiz kelimeler aracılığıyla düşündüğünden kelime dağarcığımızı arttırmalı, bunun için de mutlaka kitap okumalıyız.
Son olarak insanı en iyi tanıyan ve kemale ulaşması için ona belli yollar çizen Allah, namazları gün içine yaymış ve bunun her gün rutin olarak yapılmasını istemiş, oruç ibadetiyle de dolaylı olarak nefse hâkim olmayı öğretmiştir. Aklımızı geliştirmemiz için de Kur'an'ı okuyup anlamayı, ezberlemeyi emretmiştir. Düzenli olarak okumaz ve öğrenmezsek bildiklerimiz de yavaş yavaş unutulur ve imanımızın parıltısı söner. 26.02.2024
Yorumlar
Yorum Gönder